OECD’ye göre (2001) yüksek nitelikli çalışma, başta bilim ve teknoloji alanında çalışan bilim insanları, mühendisler ve IT uzmanları gibi çalışanları kapsamakla birlikte genel olarak belirli bir alanda sahip olunan bir yükseköğrenim diplomasıyla belgelenebilen özel, uzmanlaşmış bilgi ve beceri gerektiren meslekleri tanımlamaktadır. Uluslararası Standart Meslek Sınıflamasında (ISCO-08) ilk üç sırada yer alan ve yöneticiler, profesyoneller, teknisyen ve yardımcı profesyoneller olarak sınıflandırılan meslek grupları, yüksek nitelikli çalışanlar olarak değerlendirilmektedir. Bu meslek gruplarının belirlenmesinde rol oynayan beceri seviyeleri sınıflamasındaki 3. ve 4. seviye beceriler yüksek niteliği işaret etmektedir. Üçüncü seviye beceriler, belirli bir uzmanlık alanında karmaşık teknik görevleri olgusal, teknik ve yöntemsel bir bilgi dahilinde uygulama becerisi, yüksek seviyede okuryazarlık ve matematiksel beceriye sahip olma ve gelişmiş iletişim becerileriyle karakterize olurken, dördüncü seviye becerilerse özel bir alanda karmaşık problem çözme, karar alma ve yaratıcılıkla temellendirilebilen, kuramsal ve olgusal bilgiye sahip olmayı gerektiren karmaşık dokümanları anlama ve sunma, çok yüksek seviyede okuryazarlık ve matematiksel beceriye sahip olma ve çok iyi derecede iletişim becerisine sahip olma gibi nitelikler üzerinden tanımlanmaktadır (ILO, 2012).
Söz konusu becerilerle bu meslek gruplarında yer alan çalışanlar Türkiye’de gerek gündelik dilde gerekse de sosyal bilimler yazınında “beyaz yakalı çalışanlar” olarak adlandırılmaktadır. Ancak özellikle sosyal bilimler yazınındaki beyaz yakalı adlandırmasının bu çalışanlarla ilgili toplumsal gerçekliği kavramadaki açıklayıcılığı şüphelidir (Yılmaz Deniz, 2017). Bunun birkaç sebebini şu şekilde sıralayabiliriz: Kavramın esas tanımlamasının işaret ettiği unsurların dönemin Amerikan toplumuna özgü olması, kavramın günümüz kapitalizminin karmaşık emek süreçlerini açıklamadaki yetersizliğine ve bulanıklığına ilişkin tartışmalar (Bain & Price, 1972; Hyman & Price, 1983), söz konusu çalışanların toplum sahnesine çıktığı 20. yy’ın başlarında Fransa ve Almanya gibi toplumlarda yarattığı dönüşümün sonucunda o toplumlara özgü bir biçimde adlandırılması (Artaud, 1909; Chenu, 1990; Crozier, 1965; Kocka, 1989); dolayısıyla içinde yaşanılan topluma özgü koşullara ve döneme uygun ve yine kendine özgü bir biçimde bir adlandırma geliştirmenin gerekliliği (Crozier, 1965).
Öncelikle beyaz yakalı kavramı Charles Wright Mills’in (1951) 1900’lü yılların ilk yarısında, Amerikan toplumunda ücretli çalışmanın yükselişiyle ortaya çıkan ve Mills’in yeni orta sınıflar olarak adlandırdığı ücretli çalışanları kavramsallaştırma girişimidir. Kavram spesifik olarak dönemin Amerikan toplumunu anlamlandırmayı hedeflerken, kapitalizmin dönüşümüyle giderek karmaşıklaşan meslekler ve ücretlilik ilişkilerini ifade etmekte yetersiz kaldığı ve bulanık bir kategori olduğu iddiasıyla eleştirilmiştir (Bain & Price, 1972; Hyman & Price, 1983). Ancak esasında beyaz yakalı kavramı Batı Avrupa’dakinin tam tersi olarak ücretsiz çalışma biçimleriyle karakterize olan bir toplumun ücretli yani bağımlı çalışmaya geçişinin getirdiği toplumsal dönüşümlerin bir eleştirisi niteliğinde değerlendirilmelidir (Yılmaz Deniz, 2022b). Belirli entelektüel ve profesyonel yetkinliklere sahip bu iş gören (Yılmaz Deniz, 2017) grubu 20. yüzyılın başında Fransa ve Almanya gibi toplumlarda da dikkat çekici bir grup haline gelmiş ve Fransızca’da employé, Almanca’da Privatbeambte ya da Angestellte olarak anılmaya başlanmıştır.
Türkiye toplumunda bu ücretli grup, sayıca ancak 2000’li yılların başında dikkate değer bir artış göstermiş (Özatalay, 2014) ve henüz bu topluma özgü bir kategorilendirme ya da çalışanların kendilerini beyaz yakalılık dışında bir tanımlama girişimi ortaya çıkmamıştır.
İkinci olarak bugün söz konusu profesyonel ve entelektüel yetkinlik gerektiren mesleklerde çalışanların karşı karşıya kaldığı eğreti istihdam koşulları ve proleterleşme (Yücesan Özdemir, 2014), onları beyaz yakalı yaptığı iddia edilen ayrıcalıkları ortadan kaldırmıştır. Bunun yanında bu meslekleri icra edenler arasında giderek freelance çalışmaya yönelim görülmektedir. Özellikle de IT uzmanlarının freelance olarak çalışanlar arasında dikkat çekici bir orana sahip oldukları bilinmektedir. Temelde ücretli çalışmanın bir eleştirisi olan kavram, freelance çalışma gibi yeni ücretsiz (bağımsız) çalışma kategorilerini tanımlamak açısından açıklayıcılığını kaybetme riski taşır.
Bu durumda bankacı, mühendis, bilim insanı, araştırmacı, mimar, şehir planlamacı, avukat gibi çalışanları ortaklaştıran hangi kriter ya da kriterler üzerinden tanımlayacağımız sorusu ortaya çıkmaktadır[1]. Söz konusu çalışanların profesyonel ve entelektüel yetkinlikler ve niteliklerini temel alarak oluşturdukları beklentileri ve yaşanan hayal kırıklıklarına ilişkin çalışma deneyimlerine odaklanılacak olan bu raporda çalışanları yüksek nitelikli çalışanlar olarak tanımlamak yerinde ve açıklayıcı görünmektedir. Yüksek nitelikli çalışma kavramı özel olarak söz konusu becerileri gerektiren mesleklerle uğraşan göçmenlerin göç ettikleri ülkelerdeki göç politikalarının oluşturulmasına yönelik olarak mobilize edilmiş ve dolayısıyla daha çok göç literatüründe karşımıza çıkan bir tanımlama olmakla birlikte bu raporun konusu olan çalışma deneyimlerini anlamak açısından oldukça elverişlidir.
Bu rapor, 2014-2016 yılları arasında yaş ortalaması otuz bir olan otuz yüksek nitelikli genç yetişkinle yapılan derinlemesine görüşmelerle gerçekleştirilmiş olan araştırmanın çalışma deneyimlerine odaklanan verilerinden yararlanarak günümüzde bu kesimin çalışma yaşamına ilişkin sorunlarını çözümlemeyi amaçlamaktadır.
Özneleşme Vaadi
Türkiye’de lisans ya da lisansüstü diplomasına sahip, bir veya birkaç yabancı dil bilen, profesyonel ve entelektüel kapasitesi yüksek olup, ücretli ya da ücretsiz (freelance, bağımsız) olarak yukarıda bahsedilen bilgi ve becerilere sahip olmayı gerektiren mesleklerle uğraşan bankacılar, mühendisler, mimarlar, araştırmacılar, avukat, eğitimci, çevirmen vb. için çalışma hayatı, yalnızca geçim sağlama, statü ya da yukarı yönlü toplumsal hareketlilik (Yılmaz Deniz, 2020) beklentisinin karşılanmasını temsil etmemektedir. Çalışma hayatı, her şeyden önce bireylerin yüksek niteliklere sahip olmalarını teşvik edip bu nitelikleri olumlayarak onlara bir özneleşme vadeder. Bu vaadin temelinde ise çalışma hayatının çalışanların öznelliklerini özgürce ve özerk olarak ifade etmesine imkân verecek şekilde neredeyse demokratik bir kamusal alan olarak düzenlendiğine ilişkin bir toplumsal kurgu yatmaktadır. Bu bağlamda meslek sahibi olmak, bir şirkette çalışmak her şeyden önce çalışanların özneleşme beklentisini karşılamanın bir yolu olarak görülmektedir.
Bu araştırmada özneleşme vaadi, çoğunlukla 1980’li yıllarda doğmuş olup araştırmaya katılan genç yetişkinlerin, kendi kararlarını alabilme, kendini ifade edebilme, ilgi duyduğu alanlara yönelebilme, sözünün dinlenmesi, kabul görme gibi özerkliğin ve öznelliğin özgürce ifade edilebilmesiyle tanımlanabilecek bir özne olma imkânının özellikle aileler tarafından mesleğe atıldıkları yıllara ötelenmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bu bakımdan özne olabilmenin koşulu bir diplomaya sahip olmaktır.
Bu durumun başlıca sebebi, 1980’li yıllarla birlikte yükselen ve iş yerinde öznelliğin mobilize edilmesi (Linhart, 1994), kişiselin işe ihtivası (Durand, 2004) çalışmanın öznelleşmesi (Kocyba & Voswinkel, 2006) gibi kavramlarla analiz edilmekte olan şirket kültürünün söyleminin aile ve okuldaki sosyalleşmenin temel elemanları haline gelmesidir (Yılmaz Deniz, 2020). Esnek üretim modelinin gereksinimleriyle şekillenen yeni şirket, talimatlarla görevlendirilen çalışanlardan daha çok tam da yukarıda ifade edildiği gibi yüksek niteliğin gereklerinden olan inisiyatif ve sorumluluk alma, yaratıcılık, çok yönlülük, esneklik gibi özellikleri ön plana çıkarmış, proje bazlı ekip çalışmaları temelinde yatay örgütlenme modellerini geliştirmiştir. Böylece şirket, çalışanın kendisini içinde olduğu gibi ifade etmesine imkân tanıyan bir yapıya dönüştüğü iddiasını taşır. Çalışanlar yüksek niteliklerinin onlara tanıdığı yetkinlikle iş yerinde özne olarak var olmanın (kendini gerçekleştirmenin) mümkün olduğu düşüncesi ya da mümkün olacağı beklentisi içindedirler.
Bu beklenti sınırlı sayıdaki belirli pozisyon için (Bouilloud, 2012; Lallement, 2007) ya da bazı mesleklerde belirli zamanlarda gerçekleşiyor ya da gerçekleşme potansiyeli barındırıyor olsa da, yaşanmış deneyimler çoğunlukla bunun tam tersidir.
Bir Özneleşememe Deneyimi Olarak Çalışma
Yüksek nitelikli çalışanlar için çalışma hayatı, beklenti ve yaşanmış deneyimler arasındaki çelişkiden doğan büyük bir hayal kırıklığı ve acı (Dejours, 1998) ile karakterize olan bir özneleşememe deneyimi olarak karşımıza çıkmaktadır (Yılmaz Deniz, 2022a). Bu bağlamda yüksek niteliğe ve bu niteliklere has bilgi ve becerilere vurgu yapmak, yarattığı özneleşme beklentisinin nasıl hayal kırıklığına dönüştüğünü görmemize imkân vermektedir.
Çalışma hayatında özneleşememe ile sonuçlanan en dikkat çekici deneyimlerin başında ilk olarak araçsallaşma, anlam kaybı ve etik acı (Dejours, 1998) biçiminde yaşanan yabancılaşma, ikinci olarak ise tanınmama deneyimleri gelmektedir (Yılmaz Deniz, 2022a).
Öncelikle Türkiye’de şirketin, aynı anda hem taylorist hem de post-taylorist özellikleri kapsayacak şekilde örgütlenmiş bir yapı olduğunu tespit etmek gerekir. Bu sebeple şirketler içindeki mevcut yönetim stratejileri de melez bir yapıdadır. Bunun yanında Türkiye’de düzensiz ve enformel ekonominin önemli bir bileşen olduğu emek piyasasının varlığı çelişkili bir şirket kültürü yaratmaktadır (Yılmaz Deniz, 2022a). Bir yandan yüksek nitelikleriyle çalışanların öznelliğini ifade etmesini teşvik ederken, diğer yandan onları talimatları yerine getiren iş görenler olarak görür. Diğer bir değişle bir yandan demokratik katılımı teşvik eder görünürken, diğer yandan katı hiyerarşisiyle otoriter bir yapıdadır. Bunun yanında düzensiz ve enformel emek piyasası, sigortasız çalışma, ücretsiz fazla mesai gibi iş kanununu ihlal eden uygulamaların ciddi boyutlara varmasına fırsat vermektedir. Bu durum ise çalışanın yüksek niteliğine uygun bir şekilde iş yerinde kendini öznel olarak ifade etmesinin önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. Birçok örnekte farklı fikirler beyan etmenin çalışan için düşük performans notları, işten çıkarma, mobbinge maruz kalma gibi olumsuz sonuçları vardır.
İkinci olarak ise 1980 sonrası post-taylorist şirket modelinin yeni yönetim stratejileri, çalışanların öznelliğinin bir dışavurumu olan yüksek niteliklerini şirket çıkarları uğruna araçsallaştırmaktadır. Bu bağlamda örneğin sermayenin mantığına ve karlılık arayışına uygun düşmeyen bir inisiyatif alma, fikir üretme ya da yaratıcılık geliştirme girişimi direkt olarak elenmektedir. Diğer bir değişle, yüksek nitelikler olarak tanımlanan entelektüel beceriler şirket söz konusu olduğunda kişinin gerçek manada özgür ve özerk olarak kendisini ifade etmesine değil, sermayenin kârlılığını arttırmasına yaramak üzere terbiye edilmektedir. Bu anlamda çalışanın düşünce ve akıl üretme süreçleri öznel değil, tam tersine belirli bir standardın içinde olmalıdır. Çalışma sosyolojisi literatüründe ifade edildiği gibi burada söz konusu olan normatif öznelliktir (Voswinkel, 2007).
Yüksek nitelikli çalışanların çalışma hayatındaki diğer bir olumsuz deneyimi de anlam kaybı deneyimidir. Anlam kaybı, hem mesleğin hem de yüksek niteliğin anlamını kaybetmesine sebep olan bir çalışma deneyimine işaret eder. Yüksek niteliğinin bir sonucu olarak kendisine “özne” olma imkânı tanımayan bir çalışma hayatı, güvencesiz çalışma koşullarıyla birleştiğinde giderek anlamını yitirmektedir. Araştırmaya katılan çalışanların hemen hemen tamamı mesleklerinin ya da yaptıkları işin bir anlamı olmadığını düşündüklerini dile getirmişlerdir. O halde anlam kaybı deneyimi aynı zamanda hem mesleklerin hem de yüksek niteliğin anlam krizini de işaret etmektedir.
Araştırmanın bir diğer önemli bulgusu yüksek nitelikli çalışanların duyarlılık gösterdikleri toplumsal meselelerle ilgili olarak çalıştıkları şirketlerin tutumları sebebiyle etik bir kaygı yaşadıklarıdır. Ekolojik hareketlerin içinde yer alan bir mimar çalıştığı şirketin doğaya zarar veren uygulamalarıyla ya da insan hakları alanında uzman bir avukat çalıştığı avukatlık şirketinde iş kanununa aykırı uygulamalarla karşılaştığında bunları Fransız çalışma psikoloğu Christophe Dejours’un (1998, s. 98) “kendi ideallerine ve değerlerine ihanet etmek ve haysiyet kaybı” olarak tanımladığı etik bir acı yaşamaya başlamaktadır. Bu etik acı, çalışanı kendi sahiciliğini sorgulamaya iten bir iç çatışmaya sebep olmaktadır. Sonuçta çalışanların öznelliklerinin araçsallaştırılması, yaşanılan anlam kaybı ve etik acı esasında çalışanın kendisine yabancılaşmasını beraberinde getirmektedir.
Üçüncü olarak yüksek nitelikli çalışanlar için çalışma hayatı, beklentilerinin tam aksine özne olarak tanınmadıkları (Honneth, 2000) bir deneyim olarak karşımıza çıkmaktadır. Özne olarak tanınmamak demek söz konusu olan tüm profesyonel ve entelektüel becerileri sayesinde işe yaptıkları katkıların görülmemesi olarak deneyimlenen düşük performans notu, işten çıkarılma tehdidi, iş uğruna gösterilen fedakârlıkların değersizleştirilmesi olduğu kadar yasalara aykırı olarak uygulanan sigortasız çalışma, ücretlendirilmemiş fazla mesailer, iş sağlığı ve güvenliğine aykırı çalışma koşulları, asgari ücretin altında maaşlar, sendikal hakların kısıtlanması, mobbing gibi uygulamalarla söz konusu çalışanları hukuğun öznesi olmaktan mahrum bırakma (Honneth, 2000) girişimidir.
Çalışma hayatında özneleşme beklentisinin karşılanmaması anlamına gelen bütün bu olumsuz çalışma deneyimleri, Türkiye’de yüksek nitelikli genç yetişkinliklerde göz ardı edilemeyecek düzeyde büyük bir hayal kırıklığına, huzursuzluğa ve acıya sebep olmaktadır. Yaşadıkları bu duyguları anlamlandırmakta güçlük çeken bu çalışanlar ilk başta deneyimledikleri sorunların sebebini kendilerinde aramakta, çalışma hayatına yeterince adapte olamadıklarını düşünmekte ve bunun sebebini anlayamamaktadırlar. Zira beklenti ve yaşanmış deneyimler arasındaki çelişkiyi bireysel düzlemde açığa çıkarmanın zorluğu, sorunu psikolojikleştirmekte ve çalışma hayatında yaşanan olumsuz deneyimlerin ruh sağlığını etkileyen sonuçları olmaktadır. Hâlbuki söz konusu sorunlar kişinin çalışma hayatına adapte olup olmamasıyla değil, çalışma hayatının barındırdığı çelişkilerle ilişkilidir.
Bir Demokrasi Sorunu Olarak Çalışma Hayatı
Türkiye’de yüksek nitelikli çalışanların çalışma hayatındaki özneleşememe deneyimi, kendisini demokratik bir kamusal alan olarak kurgulayan şirketin esasında hem otoriter hem de demokratik öğeler içeren melez bir yapıda olduğu için paradokslar (de Gaulejac & Hanique, 2015; Durand, 2006; Lallement, 2007) üretecek şekilde organize edilmiş olmasıyla ilişkilidir.
Bunun yanında görüşmecilerin birçoğunun ifade ettiği gibi şirketlerde, toplumsal meseleler konuşulamamakta ve hatta bu meseleler hiç yokmuş gibi davranılmaktadır. IT uzmanı olarak bir bankada çalışan bir mühendis, toplumsal sorunların şirket içinde görmezden gelinmesinin bu sorunların varlığı konusunda neredeyse kendisinden şüphe etmesine sebep olacak düzeyde olduğunu dile getirmiştir. Görüşmeci aynı zamanda bu durumu kendisini özgürce ifade edememek olarak deneyimlediği söylemektedir.
Bu bağlamda yüksek nitelikli çalışanlar, çalışma hayatı ve toplumsal sorunlar üzerine konuşamadıklarında bunu aynı zamanda bir demokrasi sorunu olarak yaşamaktalardır. Tam da bu sebeple şirket içinde ifade edemedikleri düşüncelerini kamusal alanda ifade etmenin yollarını aramakta ya da hiçbir durumda fikir bildirmemek gibi bir davranış geliştirmektelerdir. Sonuçta Türkiye’de yüksek nitelikli genç yetişkinlerin demokrasiye ilişkin talepleri çalışma hayatında yaşanan özneleşememe deneyimlerden bağımsız düşünülmemelidir.
Sonuç
Kendilerine vadedildiği gibi çalışma hayatında bir özne olarak kendisini ifade etme imkânı bulamamak, yüksek nitelikli çalışanların bireysel hayatlarında büyük bir kırılma ve hatta bir kriz olarak yaşanmakta ve içinde yaşadıkları topluma duydukları inancı sarsmaktadır. Bu durumun yarattığı derin hayal kırıklığı, huzursuzluk ve mutsuzluk, çalışanların kendilerini özne olarak ifade edebilecekleri alternatif yaşam biçimleri arayışını da beraberinde getirmektedir. Örneğin bu durum Türkiye’den yurt dışında yüksek nitelikli göçün temel sebeplerinden birini teşkil ettiği gibi, tersine göç olarak adlandırılan bir fenomeni de doğurmaktadır. Yüksek nitelikli çalışanların İstanbul’dan İzmir, Antalya gibi kıyı şehirlerinde yer alan sahil kasabalarına yerleşerek freelance olarak çalışmaya devam etmek ya da mesleğini bırakıp buralarda bağımsız işlerle uğraşmak gibi alternatiflere yöneldikleri görülmektedir. Hayatlarında böylesi bir değişikliği gerçekleştiremeyenler ise çoğunlukla bunu hayal etmektelerdir. Görüldüğü gibi yüksek nitelikli çalışanlar kendilerini iş yerinde özne olmaktan alıkoyan ücretlilik ilişkilerinin dışına çıkmayı istemekte, bunu yaparken kendilerini özerk ve öznel olarak ifade edebilecekleri bir yaşam kurmanın peşine düşmektelerdir. Ancak alternatif yaşam biçimi arayışının ve bunu gerçekleştirme potansiyelinin ardında yine yüksek nitelikliliğin gerektirdiği bilgi ve becerilere sahip olmak yatmaktadır. Örneğin metropol yaşamını bırakıp bir kasabaya yerleşmek ileri derecede adaptasyon ve iletişim becerisi gerektirmektedir. Bunun yanında yeni yerleşilen yerlerde örneğin sıklıkla karşılaşıldığı gibi organik tarımla uğraşmak için kullanılan öğrenme, ileri düzeyde okuryazarlık, yabancı dil yetkinliği, matematik ve finansal beceriler hâlihazırda sahip oldukları becerilerdir. Bu bağlamda çalışma hayatında kendilerini özne olarak ortaya koymalarına engel teşkil eden bütün olumsuz deneyimleri geride bırakıp, yüksek nitelikleriyle özneleşmenin alternatif yollarını aramaktadırlar. Ancak bu girişimin bekledikleri şekilde bir özneleşmeyi sağlayıp sağlayamadığı, yüksek niteliğin, ücretlilik ilişkilerinin dışında çıkılmış olsa dahi kapitalizmin gereksinimleri doğrultusunda araçsallaştırıldığı gerçeği dolayısıyla kuşkuludur. Bunu belirleyecek olan, çalışanların çalışma hayatındaki mevcut, dominant pratikler ve anlamlar karşısında özerk ve alternatif pratik ve anlamlar oluşturmak için alternatif bir öznellik geliştirip geliştiremeyecekleridir.
Kaynakça
Artaud, A. (1909). La Question de l’employé en France, étude sociale et professionnelle (G. Roustan).
Bain, G. S., & Price, R. (1972). Who Is a White Collar-Employee? British Journal of Industrial Relations, 10(3), 325-339.
Bouilloud, J.-P. (2012). Entre l’enclume et le marteau: Les cadres pris au piège (Seuil).
Chenu, A. (1990). L’achipel de employé. INSEE.
Crozier, M. (1965). Le monde des employés de bureau: Résultats d’une enquête menée dans sept compagnies d’assurances parisiennes (Seuil).
de Gaulejac, V., & Hanique, F. (2015). Le Capitalisme paradoxant. Un système qui rend fou (Seuil).
Dejours, C. (1998). Souffrance en France (Seuil).
Durand, J.-P. (2004). La chaîne invisible: Travailler aujourd’hui: Flux tendu et servitude volontaire (Seuil).
Durand, J.-P. (2006). Le paradoxe du travail. Revue Projet, n° 291(2), 85-90.
Honneth, A. (2000). La lutte pour la reconnaissance. Cerf.
Hyman, R., & Price, R. (Ed.). (1983). The New Working Class?: White-Collar Workers and their Organizations- A Reader (Palgrave Macmillan UK).
ILO. (2012). International Standarts of Occupation ISCO-08. https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/@dgreports/@dcomm/@publ/documents/publication/wcms_172572.pdf
Kocka, J. (1989). Les employés en Allemagne (1860-1980). EHESS.
Kocyba, H., & Voswinkel, S. (2006). Paradoxien subjektivierter Arbeit und die Probleme der Kritik. Içinde Soziale Ungleichheit, kulturelle Unterschiede: Verhandlungen des 32. Kongresses der Deutschen Gesellschaft für Soziologie in München (ss. 3766-3774). Frankfurt am Main: Campus Verlag.
Lallement, M. (2007). Le travail. Une sociologie contemporaine (Gallimard).
Linhart, D. (1994). La modernisation des entreprises (La Découverte).
Mills, C. W. (1951). White Collar: The American Middle Classes (Oxford University Press).
Özatalay, C. (2014). Türkiye’de Ücretliler Toplumunun Başkalaşımları. Toplum ve Bilim, 129, 130-151.
Voswinkel, S. (2007). L’admiration sans appréciation. Les paradoxes de la double reconnaissance du travail subjectivisé,. Travailler, 18, 59-87. https://doi.org/10.3917/trav.018.0059
Yılmaz Deniz, A. (2017). Beyaz Yaka Örgütlenmeleri ve Beyaz Yaka Kavramını İşgörenler Meselesi Üzerinden Yeniden Düşünmek. İçinde D. Kutlu & Ç. Kaderoğlu Bulut (Ed.), Sınıfın Suretleri-Emek Süreçleri ve Karşı Hareketler (Notabene, ss. 165-187).
Yılmaz Deniz, A. (2020). Yaşanmış Deneyimler ve Öznellikler Çerçevesinde Tabakalaşmayı Okumak. Journal of Economy Culture and Society, Özel Sayı 1 / Supplement 1, Art. Özel Sayı 1 / Supplement 1.
Yılmaz Deniz, A. (2022a). Le travail comme expérience de la sérialité: Tracer la souffrance au travail en Turquie. İçinde Le pouvoir d’être affecté: Souffrance, résistance, émancipation (ss. 123-145). Hermann.
Yılmaz Deniz, A. (2022b). Yabancılaşma ve Özgürlük Kavramları Ekseninde Mills’in Beyaz Yaka Çözümlemesi. Toplum ve Bilim, 159, 117-130.
Yücesan Özdemir, G. (2014). İnatçı Köstebek (Yordam).
[1] Beyaz yakalı olarak tanımlanan yüksek nitelikli çalışanların üretim araçlarına sahip olmamaları bakımından işçi sınıfının bir parçası olduğu görüşü günümüzde bu çalışanların proleterleştiğini tespit eden çalışmalar tarafından da desteklenir görünmektedir. Wright Mills de beyaz yakalıların bu bakımdan işçi sınıfına benzer bir konumda oldukları tespitini yapmıştır. Ancak toplumsal vaatler ve çalışanların beklentileri dikkate alındığında bu grubu işçi sınıfına dahil etmek bu grubun yaşanmış deneyimlerini anlamamızı zorlaştırmaktadır.
Ayça Yılmaz DENİZ
Kısa Özgeçmiş
2013 - 2018 / Doktora / Université René-Descartes: Paris V / Sosyoloji
2010 - 2012 / Yüksek Lisans / GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ / SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ, SOSYOLOJİ (YL) (TEZLİ)
2006 - 2010 / Lisans / GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ / FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ, SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ
AKADEMİK ÜNVANLAR
2021 - Doktor Öğretim Üyesi / TÜRK-ALMAN ÜNİVERSİTESİ / KÜLTÜR VE SOSYAL BİLİMLER FAKÜLTESİ, SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ
2019 - Öğretim Görevlisi / İSTİNYE ÜNİVERSİTESİ / FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ, SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ
2014 - Araştırma Görevlisi / GEDİZ ÜNİVERSİTESİ / FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ, SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ
ULUSLARARASI
(2022) Yabancılaşma ve Özgürlük Kavramları Ekseninde Mills’in Beyaz Yaka Çözümlemesi
Yazarlar: YILMAZ DENİZ AYÇA, Endeks Türü: İlgili alanda önde gelen ülkelerin hakemli bilimsel/mesleki dergilerinde yayımlanmış tam makale, Tür: people.with_referee, Dergi Adı: Toplum ve Bilim, Yazar Sayısı: 1, Ay: Nisan, Dil: Türkçe, Sayı: 159, Sayfa: 117-130, ISSN: 3990000086744, Erişim Türü: Basılı, Alan Bilgisi: Sosyal, Beşeri ve İdari Bilimler Temel Alanı>Sosyoloji, Makale Türü: Özgün Makale,
ULUSAL
(2020) Yaşanmış Deneyimler ve Öznellikler Çerçevesinde Tabakalaşmayı Okumak
Yazarlar: YILMAZ DENİZ AYÇA, Endeks Türü: TR DİZİN, Tür: people.with_referee, Dergi Adı: Journal of Economy Culture and Society, Yazar Sayısı: 1, Ay: Ocak, Dil: Türkçe, Sayı: 1, Sayfa: 79-94, ISSN: 2602-2656, Erişim Türü: Basılı, Alan Bilgisi: Sosyal, Beşeri ve İdari Bilimler Temel Alanı>Sosyoloji>Çalışma Sosyolojisi, Makale Türü: Özgün Makale,
(2012) Evlilik Pratiklerinin Dönüşüm Yeniden Üretim Sürecinde Evlendirme Programları
Yazarlar: AYTEMUR GÖZDE, YILMAZ DENİZ AYÇA, Endeks Türü: TR DİZİN, Tür: people.with_referee, Dergi Adı: İleti-ş-im, Yazar Sayısı: 2, Ay: Ocak, Dil: Türkçe, Sayı: 16, Özel Sayı: Yok, Sayfa: 23-48, ISSN: 1305-2411, Erişim Türü: Basılı, Ülke: TÜRKİYE, Alan Bilgisi: Sosyal, Beşeri ve İdari Bilimler Temel Alanı->İletişim Çalışmaları, Makale Türü: Özgün Makale,