• TÜRKİYE SOSYAL EKONOMİK ve SİYASAL ARAŞTIRMALAR VAKFI

Kemal Kılıç– Sosyal demokrasi okulu kitaplaştı (Radikal Kitap - 06.06.2008)

Kemal Kılıç– Sosyal demokrasi okulu kitaplaştı (Radikal Kitap - 06.06.2008)

YAYIN TARİHİ: 06.06.2008

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=881636&CategoryID=40&Date=27.03.2009

Sosyal demokrasinin yeni siyaset yapma tarzını şekillendiren tartışmalar, üç noktada yoğunlaşıyor. Küreselleşme sürecinin toplumsal yapı üzerindeki etkileri, devletin yeni yapıya uygun şekilde toplumla ilişkisinin düzenlenmesi ve kimlik temelli talepler.

Sosyal demokrasi tarihi, yeniden yapılan okumalarla ve bu okumalar sonucunda yapılan köklü ideolojik dönüşümlerle şekillenmiştir. Devrimci sol akımların kinayeli bir tonda dile getirmekte olduğu ve olumsuz anlamıyla kullandığı ‘revizyonizm’ (yenilenme), aslında sosyal demokrasinin hem varlık nedeni hem de halen ayakta olmasını sağlayan bir övünç kaynağıdır.
19. yüzyılın sonlarında, Edward Bernstein, Karl Kautsky ve Rosa Luxemburg’un, Marx’ın görüşlerini revize etmeleri sonucunda devrimci soldan bir kopuş yaşanmış, sosyal demokrasi yeni bir siyasal akım olarak hayat bulmuştur. Sosyal demokrasinin temel kopuş noktaları, yıllardır gerçekleşmeyen bir devrimi beklemek yerine demokratik bir mekanizma içerisinde emekçi sınıfların yaşamlarını iyileştirici çalışmalar yapılabileceği, toplumsal yapının indirgemeci bir ‘egemen sınıf -emekçi sınıf’ modeliyle açıklanamayacak karmaşıklıkta olduğu ve bu model üzerinden yapılacak çıkarsamaların da yanıltıcı olduğu tespitleri olmuştur.

Üçüncü Yol’un ortaya çıkışı
İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru imzalanan Bretton Woods anlaşmasıyla oluşturulan ekonomik düzen ve uygulanan Keynesyen ekonomi politikaları özellikle Batı Avrupa ülkelerinde ulusal kalkınmayı sağlamış ve refah devleti yaklaşımları sayesinde ortaya çıkan zenginlikten toplumun yaygın bir kısmı yararlanabilmiştir. Bu ekonomi politikaları sonucunda orta sınıf toplumsal yapının en kalabalık ve siyaset alanının en belirleyici aktörü haline gelmiştir. Değişen toplumsal yapının ve siyaset alanının, yeni bir gözden geçirmeyi ve yenilenmeyi gerektirmesi üzerine Alman Sosyal Demokrat Partisi SPD, 1959 yılında Bad Godesberg şehrinde yapmış olduğu kongrede sınıf partisi niteliğini terk etmiş ve kendisini kitle partisi olarak konumlandırma kararı almıştır.
Özellikle, Batı Avrupa ülkeleri ve Japonya’nın üretim güçlerini arttırmaları ve ABD’nin onlarla rekabet etmekte zorlanması, Bretton Woods Anlaşması’na son verilmesine ve Keynesyen ekonomi politikalarının 70’lerde terk edilmesine yol açmıştır. İktidara gelen muhafazakâr partilerin kökten piyasacı ekonomi politikalarını hayata geçirmeleri, S.S.C.B.’nin ve Doğu Blok’unun çöküşü, tarihin sonunun ilanı, küreselleşmenin hızlanması ve bütün bunların toplumsal yapıyı ve siyaset alanını yeniden hızlı bir şekilde dönüştürmesi sosyal demokrasiyi üçüncü kere bir yenilenme noktasına getirmiştir.
Özellikle İngiltere ve Almanya gibi Batı Avrupa sosyal demokrasilerinde egemen olan ve Üçüncü Yol olarak adlandırılan siyasal akım bu yenilenme tartışmalarıyla ortaya çıkmıştır. Süregelen ve yeni siyaset yapma tarzını şekillendirmesi kaçınılmaz olan bu tartışmalar birbirleri ile iç içe geçmiş olan üç temel noktada yoğunlaşmaktadır. Bu üç noktayı, küreselleşme sürecinin toplumsal yapı üzerindeki etkileri, devletin yeni toplumsal yapıya uygun bir şekilde özellikle bireyle ve toplumla ilişkisinin yeniden düzenlenmesi ve kimlik temelli taleplerin siyasal alanda geçmişe göre daha yoğun bir şekilde seslendirilmesi olarak özetlemek mümkündür.
Yeni toplumsal yapının üzerinde en büyük dönüştürücü etkiyi yapan küreselleşme süreci bu tartışmaların merkezinde yer almaktadır. Küreselleşme, ekonomik yaşama çok büyük sermayelerin çok hızlı bir şekilde yer değiştirmesini sağlayacak bir esneklik getirmiştir. Bu durum özellikle ulus devletlerin kendi vatandaşlarının refahları için kullanabileceği politik araçların önemli bir kısmını kaybetmelerine yol açmıştır. Öte yandan gene bu esneklik sermaye kesiminin, artan rekabet koşullarını öne sürerek devletin sosyal niteliği üzerinde baskı yapmasının, sosyal güvenlik politikalarında daraltmalara gidilmesi ve kamu hizmetlerinin önemli bir kısmının (sağlık, eğitim, vs.) ticarileşmesini talep etmesinin önünü açmıştır. Örgütlü toplumsal yapıları her geçen gün zayıflıyor olmasına rağmen halen çözülmemiş olan Avrupa’daki refah devletleri bu dayatmalara direnebilmekteyken, bizim gibi ülkelerde, TBMM’den geçirilmiş olan sosyal güvenlik reform paketi örneğinde gördüğümüz gibi, gerek IMF’den gelen dış kaynaklı, gerekse işveren örgütlerinden gelen iç kaynaklı baskılar çok daha kolay sonuç alabilmektedir.
Küreselleşmenin yıkıcı etkilerinin kontrol altına alınması, katılımcı yurttaşların oluşturduğu bir örgütlü bir toplumda daha mümkün görülmektedir. Katılımcı yurttaş, sesini duyurabileceği çeşitli baskı gruplarında örgütlenebilmek için özgür olmalı ve bu özgürlüğünü kullanabilmesi için sosyal açıdan da güvence içerisinde olmalıdır. Bu durum ise bizi, devletin bireyle ve örgütlü toplumsal yapılarla ilişkisinin nasıl olması gerektiği ve bu yeni rolünü üstlenebilecek şekilde nasıl dönüşebileceği üzerine bir tartışma noktasına getirmektedir. Devlet/ birey/ toplum ilişkisinin niteliğine yönelik yapılan tartışmanın bir başka boyutunu ise ‘demokratik açık’ denilen ve önemli yetkilerin devredilmiş olduğu özerk kuruluşlarla (Anayasa Mahkemesi, Merkez Bankası, Avrupa Komisyonu, vb.) halkın taleplerinin kimi zaman çelişmesiyle ortaya çıkan durum oluşturmaktadır.
Yeni siyaset ihtiyacına yol açan bir başka neden ise siyasal taleplerin değişen doğasıdır. Örneğin eskiden sadece kültürel alan çerçevesinde ele alınan bireylerin etnik, dini, dilsel ve cinsel talepleri, siyasal alana taşınmaktadır. Bir anlamda bu talepler kültürel olan özel hayattan çıkmış ve kamusal alana yerleşmiştir. Üç temel ilkesinden birisinin sosyal adalet olduğu sosyal demokrat siyaset anlayışın bu taleplere sessiz kalmaması, ama kimlik temelli siyasetin ayrımcı ve kutuplaştırıcı etkilerini de göz önünde bulundurarak bir tavır alması gerekmektedir. 

Yeni bir siyaset anlayışı
Günümüzde siyasetin bir iktidar mücadelesinden çıkarılıp taraflar arasında uzlaşmanın arandığı bir diyalog aracına dönüşmesi gerekmektedir. Yeni bir siyaset anlayışı oluşturulmasının yolu ise öncelikle yeni toplum yapısını, toplumu etkileyen dinamikleri ve toplumu oluşturan bireylerin siyasal beklentilerini doğru bir şekilde anlamaktan geçmektedir. Bütün bunlar ancak veriye dayanan sağlıklı bir tartışma ortamının yaratılmasıyla mümkündür.
Her biri alanlarında uzman on iki yazar makalelerinden derlenmiş olan, Yeni Toplum, Yeni Siyaset, Küreselleşme Çağında Sosyal Demokrat Yaklaşımlar kitabı, söz konusu sağlıklı tartışma ortamına oldukça önemli bir katkı sağlıyor. Kitap, yazarların TÜSES ve SODEV’in ortak düzenledikleri, geçtiğimiz günlerde 18. Dönemi bitmiş olan Sosyal Demokrasi Okulu (**) çerçevesinde vermekte oldukları derslere katılamayanların da ulaşabilmesini sağlamak amacıyla derlenmiş. Öte yandan, kitap ders notlarından ya da akademik çalışmalardan oluşan bir derleme olmanın çok ötesindedir. Yeni bir siyaset anlayışını şekillendirecek olan ve yukarıda ana hatlarıyla özetlenen kavramların ve daha fazlasının tartışılmaya başlandığı bir platform işlevi görmektedir. Yazarlar, sadece söz konusu tartışma kapsamında kullanılacak olan kavramların ve sorunların tarihsel gelişim süreçlerini ve bugünlerini derinlemesine ele almakla kalmıyor, kendi birikimlerinin süzgeçlerinden geçirmiş oldukları çözümleri de okurla paylaşıyorlar.