YAYIN TARİHİ: 08.03.2004
Keremin beklentisi gerçekleşir mi bilmiyorum ama geleneksel olarak bir Avrupalı tarafından doldurulan IMFnin başkanlık koltuğuna kimin oturacağı da bizi ilgilendiriyor, çünkü IMF ile işimiz henüz bitmedi, belki bir süre daha da bitmeyecek. IMF Başkanı önemli kuşkusuz ancak önceki akşam, Küresel Kamu Malları Komisyonu toplantısı için İstanbula gelen Latin Amerikanın kalkınma bankası olan Inter America Development Bankın deneyimli başkanı Enrique Iglesiastan dinlediklerim, IMFde de son sözü başkanın ya da İcra Kurulunun değil ABDnin söylediğini bir kez daha hatırlattı bana. "IMFnin Arjantini kurtarmasını ABD yönetimi engelledi, Arjantinin iflasının bütün dünyaya ve borç verenlere örnek olmasını istedi ABD yönetimi" diyen Iglesiasa pekiyi aynı dönemde krize giren Türkiyeye neden destek verildi?" diye sorduğumda da şu cevabı aldım: "Türkiye ve Brezilyanın ABD için önemi farklı. Onun için IMFnin 2001de Türkiyeyi, 2002de Brezilyayı desteklemesini istedi ABD." IMF Başkanı Horst Köhlerin Almanya Cumhurbaşkanı adayı olmak için görevinden ayrılmasıyla ilgili en hoş değerlendirmeyi Tempo dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Kerem Çalışkan yaptı. IMFnin Türkiyeye en büyük krediyi açtığı dönemde IMF Başkanı olan Köhlerin beklendiği gibi Almanya Cumhurbaşkanı olması halinde bundan en çok Türkiyenin yararlanacağını düşünüyor Kerem dostumuz, "Adam Türkiyeye para vermeye alıştı, Cumhurbaşkanı olursa bu kez Almanya açar kesenin ağzını" diye takılıyor. AKPye vur, gerisini hiç düşünme (!) Son zamanlarda kendime daha sık sormaya başladığım sorular bunlar. Bu soruları soruyorum çünkü yakın ve uzak çevremde pek çok kişi tam anlamıyla bir "laiklik elden gidiyor, şeriat geliyor" paniğine kapılmış durumda. Yerel seçimler yaklaşırken tüm kamuoyu yoklamalarının AK Partinin (AKP) ezici bir zafer kazanacağını göstermesi ve muhalefetin ancak çizgi film kadar ciddiye alınması da besliyor bu AKP fobisini. Bende mi bir acayiplik var acaba? Algılama yeteneğim mi köreldi? Nasıl oluyor da çevremdeki birçok kimsenin "büyük tehlike" olarak algıladığı gelişmeleri değil de bu "büyük tehlike"ye karşı gösterilen tepkiyi daha tehlikeli buluyorum? Bu fobiye kapılanları, AKPnin bugüne dek izlediği çizgiyi, yaptığı açılımı, benimsediği söylemi örnek göstererek ikna etmeniz de olanaksız. Hangi olumlu noktaya değinseniz cevabı hazır: "Bütün bunlar aldatmaca, hepsi takiye. Siz o makul şeyler söyleyen bakanlara, sözde modernleşme havalarına aldanmayın, bunların niyeti belli; Avrupa Birliğine girmek bahanesiyle ordunun rejim üzerindeki vesayetini de kaldıracaklar ve bu engeli de aşınca asıl hedeflerine yönelecekler, laik düzeni yok edip şeriatı getirecekler."Bu söylemi benimseyenler kaygılarının haklı olduğundan o kadar eminler ki bu kaygıları paylaşmadığınızı söylediğiniz anda sizi de hemen bu "büyük tehlike"nin bir parçası olarak görmeye başlıyorlar. Ve bunlar benimle aynı ortamda yetişmiş, benzer yaşam tarzını paylaşan, klasik müzik konserlerinde ya da başka sanatsal etkinliklerde sık sık karşılaştığım insanlar.Buna karşılık, sanayicilik yıllarından tanıdığım Ali Coşkun gibi birkaç kişinin dışında, AKP çevreleriyle hiçbir yakınlığım yok, doğal çevremin parçası değiller. Belli yetenekleri olan Sayın Başbakanı dinlerken hep tedirgin oluyorum, her an bir çam devirecekmiş gibi geliyor. O halde nasıl oluyor da ben çevremdeki insanlar gibi düşünmüyorum? AKPyi birçok bakımdan yetersiz bulmama karşın, daha önyargısız değerlendirebildiğim için belki de. AKP fobisi Buna karşılık AKPyi sandıkta yenme umudunu yitirmiş olan kesimlerin orkestre etmeye çalıştığı "ulusal uyanış" hareketi, açıkça söyleyeyim, Türkiyeyi bir kez daha rayından çıkartabilecek bir tehdit olarak görünüyor bana. Bu kesimin bütün çabası Türkiyedeki iktidarın asıl sahibinin, seçmenin iktidara getirdiği AKP olmadığını kanıtlamak. Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst komuta kademesinin, bu kesimin düzenlediği bir toplantıya neredeyse tam kadro katılması da ne yazık ki bu amaca hizmet edecek, içeride ve dışarıda farklı çağrışımlara yol açabilecek, anlamlı bir davranış. Türkiyenin Avrupa standartlarında bir demokrasiye geçtiğini kanıtlamaya çalıştığı bir ortamda bu tür bir kafa karışıklığı yaratmayı amaçlayan girişimlere çok daha dikkatli yaklaşmak gerektiği gözardı mı ediliyor acaba? Bunun ötesini düşünmek istemiyorum ama AKPden kurtuluş için askere umut bağlayan başkaları düşünüyor herhalde.Kimi AKP yetkililerinin, Rauf Denktaşı da kullanma çabasındaki bu hareket karşısındaki tavırları da kaygılarımı artırıyor. AKPnin "bizi millet seçti, biz milleti temsil ediyoruz, bize karşı tavır alanların oy desteği yok" söyleminin yerel seçimler sonrasında gerilimi daha da tırmandırmasından kaygı duyuyorum. AKP, beklendiği gibi ezici bir seçim zaferi kazanırsa bu söylemi çok daha güçlü biçimde ortaya koyabilir. AKPyi tehdit olarak gören cephe ise, "ulusal bilinci" seçmenin değil kendisinin temsil ettiğini ileri sürerek gerilimi tırmandırmak isteyebilir.Avrupa Birliği hedefine kilitlenmiş Türkiyenin böyle bir gerilim ortamına sürüklenmesinin kime yarayacağını ise iyice bir düşünmek gerekiyor. Asıl tehdit nerede? Sosyal Demokrat kesime yakın olan TÜSES Vakfı için Veri Araştırma tarafından yapılan seçmen profili araştırması, AKPnin bir yıllık icraatının genelde olumlu bulunduğunu ve AKPnin güçlü bir seçmen desteğine sahip olduğunu gösteriyor. Araştırmaya göre oyunu iktidar partisine vereceğini söyleyenlerin oranı % 55.3ü bulurken CHPye vereceğini söyleyenlerin oranı % 12de kalıyor. AB üyeliğini isteyenlerin oranı % 68, şeriat düzeni istemeyenlerin oranı ise % 69. Bu oran AKP yandaşları içinde de % 61. Seçmen AKPyi beğeniyor, ABye evet, şeriata hayır diyor.