• TÜRKİYE SOSYAL EKONOMİK ve SİYASAL ARAŞTIRMALAR VAKFI

Ekonomi keyfi bir yönetimi kaldırmaz/PELİN CENGİZ

Ekonomi keyfi bir yönetimi kaldırmaz/PELİN CENGİZ

YAYIN TARİHİ: 19.02.2017

Ekonomi keyfi bir yönetimi kaldırmaz/PELİN CENGİZ

https://www.canakkalematbuat.com/?Syf=18&Hbr=945294&/Eskisi-kadar-kolay-para-yok,-ekonomi-yava%C5%9Fl%C4%B1yor,-eski-hava-bozuluyor.-Hukukun,-demokrasinin-olmad%C4%B1%C4%9F%C4%B1-ortamda-uzun-vadeli,-kal%C4%B1c%C4%B1-sermaye-ak%C4%B1%C5%9F%C4%B1-m%C3%BCmk%C3%BCn-de%C4%9Fil.

Eskisi kadar kolay para yok, ekonomi yavaşlıyor, eski hava bozuluyor. Hukukun, demokrasinin olmadığı ortamda uzun vadeli, kalıcı sermaye akışı mümkün değil.

16 Nisan’da gerçekleşecek referandumda Türkiye, AKP’nin 18 maddeden oluşan Anayasa değişikliğini ve dolayısıyla başkanlık sistemine geçişi oylayacak.

Siyasal rejimin kökten yeniden inşası anlamına gelecek değişiklikler, siyasi açıdan pek çok kesim tarafından tartışıldı.

Ancak, tartışmaların başladığı süreçten bu yana Anayasa değişikliği ve beraberinde gelecek “Türk tipi” başkanlık sisteminin neler getirip neler götüreceği ekonomik anlamda hemen hiç tartışılmadı.

Konuyu değerlendirmek üzere Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı’nın (TÜSES) buluşturduğu ekonomi dünyasının önemli isimleri “Başkanlık sistemi ekonomiyi nası etkiler” başlıklı toplantıda bir araya geldi.

Toplantıdan çıkan ana sonuç, demokrasinin, hukukun ve kuvvetler ayrılığının terk edildiği sistemin adı her ne olursa olsun, ekonomik çöküşü de beraberinde getireceği yönünde oldu.

TÜRKİYE’NİN İSTİSNA OLMA İHTİMALİ SIFIR

Gezici Araştırma’nın en son yaptığı referandum anketinin sonuçlarına göre gerek “evet” gerekse “hayır” diyenlerin motivasyonu içinde ekonominin ilk sıralarda bulunmadığına dikkat çeken Prof. Dr. Seyfettin Gürsel, istikrarlı bir ekonomi için “hayır” diyenlerin oranı yüzde 2,4’te kalırken, aynı madde için “evet” diyenlerin oranının yüzde 12,4 olduğunu belirtti.

Prof. Dr. Gülçin Özkan’ın başkanlık sistemi ve ekonomi üzerine yaptığı çalışmayı referans veren Gürsel, şu değerlendirmelerde bulundu: “Başkanlık ve parlamenter sistemle yönetilen 119 ülkenin 65 yıllık performansına dört kriter üzerinden bakıldığında, ekonomik büyüme parlamenter sistemde 0,6 ila 1,2 puan arasında daha yüksek çıkıyor. Düşük gibi görünse de bu 20-30 yıl gibi uzun dönemlerde büyük fark yaratır. Diğer kriterlerden enflasyon parlamenter sistemde 6 puan, enflasyon oynaklığı 4-9 puan ve gelir eşitsizliği (Gini katsayısı) 16-20 puan daha düşük çıkıyor.”

Bu çalışmada iyi yönetilen başkanlık sisteminin istisnalarının da sıralandığını kaydeden Gürsel, “Hukukun üstünlüğü, demokrasinin kalitesi, demokrasinin yaşı, kapsayıcı kurumlar ve kuvvetler ayrılığı olumsuz etkileri azaltıyor. Ancak, Türkiye’nin Türk tipi başkanlık sistemiyle bir istisna olma ihtimali sıfır” dedi.

TÜRKİYE İÇİNE KAPANIRSA BEDEL ÖDER

Hürriyet yazarı Uğur Gürses de, “Sorulması gereken soru şu: Türkiye’nin mevcut ekonomik yapısı daha keyfi bir yönetimi kaldırabilir mi? Parlamenter sistemde de hukukun üstünlüğünü çöpe attığınızda daha farklı olmayacak. Türkiye’nin mevcut kapitali kuvvetler ayrılığından uzaklaşmayı kaldırabilir mi? Hayır. Türkiye’nin uluslararası kapitalizme entegre hale gelmiş olması çok önemli” dedi.

2010’dan sonraki otoriterleşme süreciyle birlikte Türkiye’nin yüzde 3’lük büyüme patikasına girdiğini ve özel sektörün çok fazla borçlandığını dile getiren Gürses, şöyle devam etti: “Eskisi kadar kolay para yok, ekonomi yavaşlıyor, eski hava bozuluyor. Hukukun, demokrasinin olmadığı ortamda uzun vadeli, kalıcı sermaye akışı mümkün değil. Mülkiyet hakları, özlük haklarıyla ilgili ciddi sorunlar oluşmaya başladı. Türk reel sektörünün bir yıl içinde ödemesi gereken borç 165 milyar dolar. Üzerine 35 milyar dolar da cari açık var. Hane halkı da kayda değer biçimde borçlandı. Türkiye giderek içine kapanırsa bedel öder, döviz kaynağı kesilirse ekonomik durgunluk başlar. Ekonomi keyfi bir mecraya sokulursa, bedeli olur. Geçen yıl Türkiye’den 15 milyar dolar gibi bir para çıktı. Türkiye hukukun üstünlüğünü ne zaman tesis eder, o zaman döviz gelir. Güçler ayrılığını çöpe atacaksak eğer reel sektörde batışların, iflasların olacağını söylemek mümkün.”

SİYASETİN YANINDA EKONOMİDE MERKEZİLEŞME VAR

Şu anda erkleri kendinde toplamaya çalışan bir modelin ortada olduğunu söyleyen Prof. Dr. Erol Katırcıoğlu da, “Siyasetteki merkezileşmeye bağlı olarak ekonomide de merkezileşme eğilimi görüyorum. AKP iktidarları 2009’dan sonra farklı bir ekonomik bakışla yönetmeye başladı. 2002’deki piyasacı politikalar öneren söylemler 2010’da değişti. Bağımsız idari kurullar bakanlıklara bağlandı. Bunlar kendi bütçeleri olan, çeşitli alanları regüle eden yapısal olarak özerk kurum ya da kurullardı. Yüzde 60 oranında ekonomi alanına etki etme gücüne sahip kuruluşlardı bunlar. Ancak, hükümet merkezci yaklaşımla ipleri eline almayı tercih etti” dedi.

Katırcıoğlu, Varlık Fonu gibi elinin serbest kaldığı bir fonu piyasaya sokmanın ekonomiyi merkezileştirme anlamına geldiğini belirterek, bunun neden sorunlu olduğunu şöyle ifade etti: “Karar alıcılar, daima kendi çıkarları için karar alırlar. Bu daha az sayıda insanın daha fazla sayıda insanın hayatıyla ilgili karar vermeye gidiyor, bu da içinde bir istikrarsızlık barındırıyor. Toplumun çıkarlarıyla, bu kararları alanların çıkarları farklı. Bu da toplumda daha fazla kutuplaşma demek. Böyle bir Türkiye, çok kırılgan bir ülke olur. Tek bir kimliğin egemenliği üzerinden bu ülkeyi yönetmek mümkün değil.”

 

 

PELİN CENGİZ

http://www.artigercek.com/ekonomi-keyfi-bir-yonetimi-kaldirmaz/

Eskisi kadar kolay para yok, ekonomi yavaşlıyor, eski hava bozuluyor. Hukukun, demokrasinin olmadığı ortamda uzun vadeli, kalıcı sermaye akışı mümkün değil.

 

PELİN CENGİZ/19/Şubat/2017 16 Nisan’da gerçekleşecek referandumda Türkiye, AKP’nin 18 maddeden oluşan Anayasa değişikliğini ve dolayısıyla başkanlık sistemine geçişi oylayacak.

Siyasal rejimin kökten yeniden inşası anlamına gelecek değişiklikler, siyasi açıdan pek çok kesim tarafından tartışıldı.

Ancak, tartışmaların başladığı süreçten bu yana Anayasa değişikliği ve beraberinde gelecek “Türk tipi” başkanlık sisteminin neler getirip neler götüreceği ekonomik anlamda hemen hiç tartışılmadı.

Konuyu değerlendirmek üzere Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı’nın (TÜSES) buluşturduğu ekonomi dünyasının önemli isimleri “Başkanlık sistemi ekonomiyi nası etkiler” başlıklı toplantıda bir araya geldi.

Toplantıdan çıkan ana sonuç, demokrasinin, hukukun ve kuvvetler ayrılığının terk edildiği sistemin adı her ne olursa olsun, ekonomik çöküşü de beraberinde getireceği yönünde oldu.

TÜRKİYE’NİN İSTİSNA OLMA İHTİMALİ SIFIR

Gezici Araştırma’nın en son yaptığı referandum anketinin sonuçlarına göre gerek “evet” gerekse “hayır” diyenlerin motivasyonu içinde ekonominin ilk sıralarda bulunmadığına dikkat çeken Prof. Dr. Seyfettin Gürsel, istikrarlı bir ekonomi için “hayır” diyenlerin oranı yüzde 2,4’te kalırken, aynı madde için “evet” diyenlerin oranının yüzde 12,4 olduğunu belirtti.

Prof. Dr. Gülçin Özkan’ın başkanlık sistemi ve ekonomi üzerine yaptığı çalışmayı referans veren Gürsel, şu değerlendirmelerde bulundu: “Başkanlık ve parlamenter sistemle yönetilen 119 ülkenin 65 yıllık performansına dört kriter üzerinden bakıldığında, ekonomik büyüme parlamenter sistemde 0,6 ila 1,2 puan arasında daha yüksek çıkıyor. Düşük gibi görünse de bu 20-30 yıl gibi uzun dönemlerde büyük fark yaratır. Diğer kriterlerden enflasyon parlamenter sistemde 6 puan, enflasyon oynaklığı 4-9 puan ve gelir eşitsizliği (Gini katsayısı) 16-20 puan daha düşük çıkıyor.”

Bu çalışmada iyi yönetilen başkanlık sisteminin istisnalarının da sıralandığını kaydeden Gürsel, “Hukukun üstünlüğü, demokrasinin kalitesi, demokrasinin yaşı, kapsayıcı kurumlar ve kuvvetler ayrılığı olumsuz etkileri azaltıyor. Ancak, Türkiye’nin Türk tipi başkanlık sistemiyle bir istisna olma ihtimali sıfır” dedi.

TÜRKİYE İÇİNE KAPANIRSA BEDEL ÖDER

Hürriyet yazarı Uğur Gürses de, “Sorulması gereken soru şu: Türkiye’nin mevcut ekonomik yapısı daha keyfi bir yönetimi kaldırabilir mi? Parlamenter sistemde de hukukun üstünlüğünü çöpe attığınızda daha farklı olmayacak. Türkiye’nin mevcut kapitali kuvvetler ayrılığından uzaklaşmayı kaldırabilir mi? Hayır. Türkiye’nin uluslararası kapitalizme entegre hale gelmiş olması çok önemli” dedi.

2010’dan sonraki otoriterleşme süreciyle birlikte Türkiye’nin yüzde 3’lük büyüme patikasına girdiğini ve özel sektörün çok fazla borçlandığını dile getiren Gürses, şöyle devam etti: “Eskisi kadar kolay para yok, ekonomi yavaşlıyor, eski hava bozuluyor. Hukukun, demokrasinin olmadığı ortamda uzun vadeli, kalıcı sermaye akışı mümkün değil. Mülkiyet hakları, özlük haklarıyla ilgili ciddi sorunlar oluşmaya başladı. Türk reel sektörünün bir yıl içinde ödemesi gereken borç 165 milyar dolar. Üzerine 35 milyar dolar da cari açık var. Hane halkı da kayda değer biçimde borçlandı. Türkiye giderek içine kapanırsa bedel öder, döviz kaynağı kesilirse ekonomik durgunluk başlar. Ekonomi keyfi bir mecraya sokulursa, bedeli olur. Geçen yıl Türkiye’den 15 milyar dolar gibi bir para çıktı. Türkiye hukukun üstünlüğünü ne zaman tesis eder, o zaman döviz gelir. Güçler ayrılığını çöpe atacaksak eğer reel sektörde batışların, iflasların olacağını söylemek mümkün.”

SİYASETİN YANINDA EKONOMİDE MERKEZİLEŞME VAR

Şu anda erkleri kendinde toplamaya çalışan bir modelin ortada olduğunu söyleyen Prof. Dr. Erol Katırcıoğlu da, “Siyasetteki merkezileşmeye bağlı olarak ekonomide de merkezileşme eğilimi görüyorum. AKP iktidarları 2009’dan sonra farklı bir ekonomik bakışla yönetmeye başladı. 2002’deki piyasacı politikalar öneren söylemler 2010’da değişti. Bağımsız idari kurullar bakanlıklara bağlandı. Bunlar kendi bütçeleri olan, çeşitli alanları regüle eden yapısal olarak özerk kurum ya da kurullardı. Yüzde 60 oranında ekonomi alanına etki etme gücüne sahip kuruluşlardı bunlar. Ancak, hükümet merkezci yaklaşımla ipleri eline almayı tercih etti” dedi.

Katırcıoğlu, Varlık Fonu gibi elinin serbest kaldığı bir fonu piyasaya sokmanın ekonomiyi merkezileştirme anlamına geldiğini belirterek, bunun neden sorunlu olduğunu şöyle ifade etti: “Karar alıcılar, daima kendi çıkarları için karar alırlar. Bu daha az sayıda insanın daha fazla sayıda insanın hayatıyla ilgili karar vermeye gidiyor, bu da içinde bir istikrarsızlık barındırıyor. Toplumun çıkarlarıyla, bu kararları alanların çıkarları farklı. Bu da toplumda daha fazla kutuplaşma demek. Böyle bir Türkiye, çok kırılgan bir ülke olur. Tek bir kimliğin egemenliği üzerinden bu ülkeyi yönetmek mümkün değil.”